d
Follow us
  >  İspat   >  İspat ve İspat Yükü

İspat ve İspat Yükü

Okuyacağınız blog yazısı, ispat yükü kavramı hakkında bilgi vermek amacıyla hazırlanmıştır. Bu kapsamda ispat yüküne ilişkin genel kurallar, bu kuralların istisnaları ve delil ikame yükünden farklarına değinilecektir.

 

Davacının dava yoluyla ileri sürdüğü talebinin özünü bir iddia oluşturmaktadır. Davalı da bu iddiaya karşı kendisini savunmaktadır. Bu iddia ve savunmanın haklılığını ortaya koymak için de çeşitli olay ve hukuki işlemlerin varlığı dayanak gösterilmektedir. Esasen, iddia veya savunmanın haklılığının hâkim tarafından kabulü, bu olay ve hukuki işlemlerin varlığının ispatlanmasına bağlıdır.

Bu sebeple ispat, iddia ve savunmanın dayandığı olguların var olup olmadığı konusunda karar verecek olan mahkemeyi usulüne uygun şekilde ikna etme işlemidir[1].

İspatın konusunu, tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturmaktadır. Bu vakıaların ispatı için delil gösterilmelidir.

İspat hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde bir temel hak olarak garanti altına alınmıştır. Anayasal dayanağı olan ispat hakkını, usûl hukukunda taraflar, kanunda belirtilen süre ve usûle uygun olarak kullanırlar. Bu hak yalnızca kanunla sınırlanabilir. Hukuka aykırı yollarla elde edilmiş delillerin yargılamada kullanılamayacağı kuralı, ispat faaliyetinin teksif ilkesi gereğince belli bir usûli aşama ile sınırlandırılması kuralı da kanundan kaynaklanan sınırlamalar olarak karşımıza çıkmaktadır[2].

İddia ve savunmaya dayanak gösterilen ve mahkemenin karar vermesinde etkili olacak olgulardan hangisinin kim tarafından ispat edileceği hususuna ise ispat yükü denir[3].

İspat yükü üzerine düşen taraf ispat etmesi gereken hususu ispat edemediği durumda ispatsızlık durumu söz konusu olacaktır. Çünkü medeni yargılamada hâkim bir husus ispatsız kalmış olsa dahi karar vermek zorun bırakılmaktadır[4].

İspat yükünün ne şekilde dağılacağına ilişkin genel kural TMK’nın 6. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguları ispatla yükümlüdür.” Doktrinde Medeni Kanundaki bu kuralın tek başına yeterli olmadığı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun yürürlüğünden önce ifade edilmekteydi. Zira ispat yükü her şeyden önce, vakıayı kimin ileri sürdüğü ile değil o vakıadan kimin kendi lehine hak çıkardığı ile ilgili bir husustur. Öte yandan, ispatın yükümlülük olarak görülmesinin maddenin hatalı olarak ele alındığını gösterdiğini ileri süren görüşler de mevcuttur[5]. Bu hususlar ve ispat yükünün maddi hukuk temelli olması yanında usul hukuku müessesesi olması nedeniyle kanun koyucu HMK m.190’da ispat yüküne ilişkin genel kuralı daha açık ve net bir biçimde düzenlenmiştir. İlgili madde şu şekildedir: “ İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” Buna göre, bir vakıayı kimin ileri sürdüğü değil, kimin bundan lehine bir hak çıkardığı önemlidir[6].

İspat yükü objektif ispat yükü ve sübjektif ispat yükü olarak ikiye ayrılarak incelenmektedir. Objektif ispat yükü, hükme esas alınacak olayların ispat edilememesi durumunda hükmün ispat yükü üzerinde olan ve fakat bunu ispat edemeyen kişi aleyhine sonuç doğurmasını ifade etmektedir. Sübjektif ispat yükü ise delil ikame yüküdür. Sübjektif ispat yükü, lehine hüküm almak veya aleyhine karar verilmemesi için tarafın delil ikame etmesi yükünü ifade etmektedir[7]. İspat yüküne ilişkin kurallar hangi olay bakımından belirsizlik riskinin kimin üzerinde olduğunu gösterirken, delil ikame yükü ise ispatın biçimini ve yöntemini göstermektedir[8].

Her iki taraf da ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişlerse, bu durumda hâkimin ispat yükünün kime düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. İlk olarak hâkim tarafların göstermiş oldukları delilleri incelemekle yükümlüdür[9]. Tarafların göstermiş oldukları delillerle çekişmeli vakıalar ispat edilmişse bu durumda da ispat yükünün hangi tarafta olduğunun araştırılmasına gerek yoktur. Fakat gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi halinde ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesinde yarar vardır[10]. Gösterilen deliller yeterli olmasa da hâkim esas hakkında hüküm vermekle yükümlüdür. Bu durumda hâkim ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü tespit edecek ve o taraftan uyuşmazlık konusu vakıayı ispat etmesini isteyecektir.

A.         GENEL KURALIN İSTİSNALARI

Yukarıda belirtilmiş olan genel kuralın istisnaları bulunmaktadır. Bu istisnalar şu şekildedir:

1.      Hayatın Olağan Akışına Uygun Olguların Aksini İspat

Normal bir duruma dayanan tarafın, bu iddiasını ispat etmesine gerek yoktur. Davada kim hayatın olağan akışının aksine bulunan bir olgunun varlığını iddia ediyorsa, o bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Örneğin, satılanın teslim edildiğini, bir hizmetin sağlandığını, iş görmenin gerçekleştiğini veya bunların bedelinin ödendiğini, bu hususları iddia eden kişi ispatlamalıdır. Yine karşı tarafta kendisine ait bir senet bulunan kişi, bu senedin sadece imzalı olarak boş verildiğini, metnin ise sonradan doldurulduğunu iddia ettiğinde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür[11]. Nitekim Yargıtay’da bu husustaki bir kararında “Türk Medeni Kanunu’nun 6.maddesi uyarınca; Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde, gerek Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Öte yandan ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimsenin iddia ettiği olayı ispatlaması gerekir. Somut olayda; davacı, düğünde takılan ziynetlerin davalının ailesine teslim edildiğini ileri sürmüş, davalı ise, balayına giderken tarafların ziynetleri kendi ailesine bıraktıklarını, balayından dönünce babasının ziynetleri davacıya iade ettiğini belirtmiştir. Bu durumda, ziynetlerin, balayından dönen davacıya iade edildiği iddiasını ispat yükü davalı yana geçmiş durumdadır.” ifadeleriyle hayatın olağan akışının aksine bulunan bir olgunun varlığını iddia ediyorsa, o bu iddiasını ispatla yükümlü olduğu belirtilmiştir[12].

Ayrıca herkesin bildiği veya herhangi bir yerden kolaylıkla öğrenmesinin mümkün olduğu olaylara mâruf ve meşhur vakıa denilmektedir. Bu vakıalara dayanarak hakkının varlığını ileri süren kişinin bunları ispatlamasına ihtiyaç yoktur[13].

2.      İspat Yükünün Kanunla Belirlendiği Haller

TMK’nın 6. maddesi ve HMK’nın 190/I. maddesinde yer alan genel kural, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça uygulanacaktır. Gerçekten, yürürlükteki mevzuatta yer alan bazı hükümler, ispat yükünü genel kuraldan farklı olarak düzenlemiştir. Bu durumda ispat yükü söz konusu düzenlemede belirtilen kişiye düşmektedir. Söz gelimi TMK m. 3’de iyiniyetle ilgili bir ispat kuralı öngörülmüş ve iyiniyetin varlığını kural olarak kabul etmiştir. Buna göre, iyiniyetli olduğunu iddia ederek hakkını ortaya koyan taraf, bu iyiniyetini ispatla yükümlü değildir. Aksine karşı taraf onun kötüniyetli olduğunu ispatlamalıdır. Hâlbuki, genel ispat kuralı uygulanmış olsa idi, iyiniyetine dayanarak hak iddia eden, bu iyiniyetini ispatla yükümlü olacaktır. TBK m. 112’de bir başka örnek olarak verilebilmektedir. Bu hükme göre, bir borca aykırı davranışın varlığı iddiasıyla tazminat isteyen kişi, borçlunun kusurunu ispatla yükümlü değildir, borçlu bu davranışta kusursuz olduğunu ispatlamalıdır. Kanun borca aykırı davranış halinde, kural olarak borçlunun kusurlu olduğunu kabul etmiş, aksini iddia eden borçlunun bunu ispatlaması gerektiğini belirtmiştir[14] .

3.      Karineler

Belli bir vakıadan yani karinenin temelini oluşturan vakıadan, belli olmayan bir vakıanın çıkarılmasına karine denilmektedir[15]. Karinenin ispat yükü açısından önemi, karineye dayanan tarafın, sadece karinenin temelini oluşturan vakıayı ispatlayarak, iddiasını ispat etmiş sayılmasıdır. Karinenin aksine bir durumu olduğunu iddia eden kişi, bunu ispat etmeli, karineyi çürütmelidir[16].

Karineler, kanuni karineler ve fiili karineler olmak üzere ikiye ayrılır:

a.      Kanuni Karineler

Kanuni karineler belli bir olaydan belli olmayan bir olay için kanun tarafından çıkarılan sonuçlardır. Kanuni karineler ispat yüküne gerçek bir istisnadır[17]. Kanuni karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıayı ispat yükü altında olup karine sonucunu ispat yükü altında değildir.  İyiniyet karinesi kanuni karineye örnek olarak verilebilecektir. Kanuni karineler adi kanuni karineler ve kesin kanuni karineler olmak üzere ikiye ayrılır:

 i.        Kesin Kanuni Karineler

Bazı durumlarda kanun, belirli bir olaya kesin bir sonuç bağlamış olabilmektedir. Buna kesin kanuni karine (faraziye) denilmektedir. Bu karinelerin aksinin ispatı mümkün değildir[18]. Örnek verecek olursak, TMK m. 166/III’de olduğu gibi, evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, hâkim, evlilik birliği temelinden sarsıldığını kabul etmek zorundadır. TMK m. 166/III aksi ispat edilemeyen, kesin karine olduğu için bu sonuç mutlak olarak ortaya çıkmaktadır[19].

 

ii.            Adi Kanuni Karineler

Kanun belirli olaya her zaman kesin bir sonuç bağlamış değildir. Aksi ispat edilebilen kanuni karinelere adi kanuni karineler denilmektedir. Bu karineler aksi ispat edilinceye kadar delil teşkil ederler. TMK m. 29/II’de aynı anda ölüm karinesi olarak ifade edilen bir karine düzenlenmiştir. Buna göre: “Birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse, hepsi aynı anda ölmüş sayılır.”  Bir başka adi kanuni karine ise çocuk ile baba arasında soybağının kurulmasıdır. TMK m. 258/I’e göre: “Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.” Koca, çocuğun babası olmadığını iddia ediyorsa, bu iddiasını ispatla yükümlüdür[20].

b.      Fiili Karineler

Hayat tecrübelerine dayanılarak çıkarılan sonuçlara fiili karine denilmektedir[21]. Örneğin, bir kimsenin nüfus siciline kayıtlı olduğu yer o kimsenin ikametgâhı bakımından karine sayılır.

4.      İspat Sözleşmeleri

Taraflar bir vakıanın ispat yükünün kime ait olduğu hususunda anlaşmalar yapabilirler. Fakat taraflar ancak üzerinde tasarruf edebilecekleri hususlarda ispat sözleşmeleri yapabilecektirler.  İspat yükü sözleşmesinin geçerli olabilmesi için, dava konusu edilen uyuşmazlığın tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilme yetkilerinin bulunması ve ispat yükü sözleşmesine konu olan vakıanın da belirli olması gerekir[22].

B.         DELİL İKAME YÜKÜ

Delil ikamesi, bir davada tarafların kendi vakıa iddialarının doğru olduğu veya karşı taraf iddialarının doğru olmadığı hususunda ispat sonucuna ulaşabilmek ve kendi lehine karar verilmesini sağlayabilmek amacıyla çekişmeli vakıalar hakkında deliller sunarak gerçekleştirdikleri usûli bir faaliyettir. Delil ikame etmemenin veya delil ikame faaliyetinin başarısız kalmasının yaptırımı, bu faaliyet için zorlanmak değil, sadece ulaşılmak istenen usuli hedefe ulaşamamak ya da aleyhte sonuçlara katlanmaktır

Bu bakımdan ispat yükü ile delil gösterme yükü, aynı kavramlar değildir. Nitekim ispat yükü, olayın ispat edilmeme riskinin kime ait olduğunu belirlerken; delil gösterme, ispat yükünün yerine getirilmesinin biçimi ve yöntemi ile ilgilidir[23].  Aralarındaki temel farklar şu şekildedir:

ü  İspat yükünü düzenleyen kurallar maddi hukuka ilişkin olduğu halde delil ikame yüküyle ilgili kurallar, ispatın biçimini ve yöntemini belirleyen kurallar olduğu için usul hukukuna ilişkindir.

ü  İspat yükü, bir vakıanın ispat edilememiş olmasının sonuçlarına yönelikken, delil ikame yükü, bir vakıa hakkında kendi iddiasının doğruluğu veya karşı tarafın iddialarının asılsızlığı hususunda hâkimde kanaat oluşmasını sağlamaya yönelik bir faaliyettir.

ü  Değinildiği üzere ispat yükü değişmez, sabittir; ancak delil ikame yükü yargılamanın ilerleyişine ve hâkimin takdirine göre, taraf değiştirebilir.

ü  Çoğu kez ispat yükü taşıyan taraf delil gösterme yükünü de taşır fakat bu her zaman böyle değildir. Zira ispat yükünün sabit olmasına rağmen delil ikame yükü, taraf değiştirir. Üzerinde delil ikame yükü bulunmayan taraf, karşı tarafın iddia ve savunmalarının haklılığı bağlamında, delil göstermesini beklemeden, asılsızlığı ortaya koymak maksadıyla delil gösterebilir. Bu halde karşı delilden söz edilir. Karşı delil göstermiş olan taraf, bu davranışı nedeniyle ispat yükünü üzerine almış sayılmayacaktır (HMK m.191,c.2).

Yapılan tüm açıklamalardan doğrultusunda, hukukumuzda ispat yüküne ilişkin genel kuralın TMK’nın 6. Maddesi ve HMK’nın 190. Maddesinde düzenlendiği, buna göre bir vakıadan kendi lehine menfaat sağlayan taraf vakıanın doğruluğunu ispatla yükümlü olduğu, genel kural bu olmakla birlikte bu kuralın istisnalarının da bulunduğu, bunların normal durumun aksini iddia, iddia edilen bir vakıanın bir karineye dayanması, ispat yükünün doğrudan kanunla düzenlenmiş olması ve tarafların yapmış oldukları ispat yükü sözleşmeleri olduğu, delil ikame yükü ile ispat yükünün farklı hukuki niteliğe haiz olduğu ortaya konmuştur.

KAYNAKÇA

[1] DURAL Mustafa / SARI Suat, Türk Özel Hukuku Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, Filiz Kitabevi, C. I, İstanbul 2012, s.250

[2] KURU Baki, Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2015, s.231.

[3]TAŞPINAR Sema Ayvaz, Fiili Karinelerin İspat Yükü Dağılımındaki Rolü, www.dergiler.ankara.edu.tr, s.546.

[4] POSTACIOĞLU İlhan E. / ALTAY Sümer, Medeni Usul Hukuku Dersleri, İstanbul, 2015, s.567; TANRIVER Süha, Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Cilt I, Ankara 2016, s.780; PEKCANITEZ/ATALAY/ÖZEKES, s.669.

[5] DURAL/SARI, s.251

[6] KARSLI,Abdurrahim, Medeni Muhakeme Hukuku, 4.Baskı, İstanbul 2014, s 484

[7] UMAR Bilge / YILMAZ Ejder,  İsbat Yükü, İstanbul 1980, s.33

[8] KURU, s.232

[9] KURU, s.232

[10] DURAL/SARI, s.251

[11] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 07.11.2016 tarihli ve 2015/14487 E. 2016/12466 k. sayılı kararı için bkz. www.kazancı.com.tr

[12] PEKCANITEZ, s.373

[13] DURAL/SARI, s.252

[14] KARSLI, s.490; KURU, s.234

[15]PEKCANITEZ, s.374

[16] KURU, s.234

[17] DURAL/SARI, 253

[18] KARAKAŞ Fatma Tülay, Karine Kavramı, Kanuni Karineler ve Varsayımlar, AÜHFD, 62 (3) 2013: 729-759, ilgili makale için bkz. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/1823/19213.pdf

[19] DURAL/SARI, s.253

[20] PEKCANITEZ, s.375

[21] KURU, s.430

[22] TANRIVER, s.790

[23] PEKCANITEZ, s.386