d
Follow us
  >  Medeni Usul Hukuku   >  Hukuk Davasında E-Posta İletisinin Delil Değeri

Hukuk Davasında E-Posta İletisinin Delil Değeri

Genel olarak delil kavramı, belli bir iddianın doğru olduğu konusunda kanaat uyandırmayı sağlayan araç şeklinde ifade edilebilir[1]. Medeni usûl hukukunda delil ise, taraflar arasındaki uyuşmazlık sonucu açılan davada o uyuşmazlığa ilişkin vakıaların niteliği ve doğruluğu hakkında hâkimde belli bir kanaatin oluşmasını sağlayan araçlardır. Bu noktada delilin konusunu, maddi vakıaların oluşturduğunu söylemek mümkündür.

Genel Olarak Delil ve Özellikleri

Medeni usûl hukuku bakımından vakıaları ispatlamayı sağlayan nitelikte bir delilden bahsedilmek için delilin, belli başlı özelliklere sahip olması gerekmektedir. Bu özelliklerden ilki, delilin vakıayı yansıtmasıdır. Yani; delil, vakıa hakkında tam bir bilgi içermelidir. İkinci özellik; delilin akla, mantığa ve bilime uygun olmasıdır. Delil için aranan son özellik de delilin hukuka uygun vasıtalarla elde edilmesidir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun  (“HMK”) “İspat hakkı” başlığını taşıyan 189. maddesinin ikinci fıkrasında hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı ifade edilmiştir. Ancak HMK’da, belirtmiş olduğumuz bu hüküm karşısında hangi hallerde hukuka aykırı yollarla bir delile ulaşılmış sayılacağı düzenlenmemiştir. Her ne kadar bu husus, HMK’da açıkça belirtilmemiş olsa da kişilik haklarının ihlali ya da bünyesinde suç barındıran fiille delile ulaşılması durumunda, hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bir delilin bulunduğunu söylemek mümkündür.

Bir Delil Olarak E-Posta İletisi

Özellikle teknolojinin, insan hayatının neredeyse her alanına nüfuz etmesiyle birlikte; delil türlerinin de arttığını düşünmek yanlış olmaz. Günümüzde teknolojinin ortaya çıkardığı pek çok yeni araç, taraflar arasındaki hukuki uyuşmazlığa ilişkin vakıaları ispat niteliğini haiz olan, medenî usûl hukuku anlamında bir delil olarak kabul edilmektedir. Bu noktada teknolojinin gelişmesiyle oluşan yeni araçlardan birinin e-posta iletileri olduğu gözetildiğinde; bu aracın da delil niteliğine sahip olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapmak yararlı olacaktır. Bunun için de öncelikle, “e-posta iletisi” kavramına kısaca değinmek gerekmektedir.

Kısaca e-posta iletisi, internet üzerinden gönderilen dijital bir mesajdır. Bununla birlikte; 2004 tarihli“Telekomünikasyon Sektöründe Kişisel Bilgilerin İşlenmesi ve Gizliliğinin Korunması Hakkında Yönetmelik”in[2] “Tanımlar” başlığını taşıyan 3. maddesinde e-posta “Telekomünikasyon hizmetini kullanan tarafından toplanacağı ana kadar şebekede veya alıcının terminal cihazında depolanabilir nitelikteki şebeke üzerinden gönderilen yazılı, sesli, görüntülü mesaj” şeklinde tanımlamıştır. E-posta vasıtasıyla haberleşmek için şahsın, mutlaka bir e-mail adresi bulunmalıdır. E-posta sayesinde kişiler internet ortamında, diğer haberleşme araçlarına nazaran daha az masrafla ve kolay bir biçimde birbirleriyle haberleşme imkânına sahip olmaktadır. Bu durum da e-posta kullanarak haberleşmenin, gün geçtikçe kişiler arasında yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte e-posta; önceleri sadece yazılı metinleri muhatabına iletmekteyken, şimdilerde ise her türlü resim, müzik vb. belgelerin karşı tarafa ulaşmasını mümkün hale getirmektedir. Böyle bir çeşitliliğin olması da e-posta kullanımının artmasını sağlayan faktörlerden biridir.

Taraflar arasında meydana gelen bir hukuki uyuşmazlıkta, taraflarca öne sürülen vakıaların ispatlanması açısından, e-postanın önemli bir rolü olduğu kuşkusuzdur. Zira HMK’nın “Belge” başlığını taşıyan 199. maddesinden hareketle; e-postanın, delil türlerinden biri olan belge niteliğini haiz olduğunu söylemek mümkündür. Bu maddeye göre; “Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, … gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir.” Ayrıca HMK’nın “Kanunda düzenlenmemiş deliller” başlığını taşıyan 192. maddesi, “Kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğunu öngörmediği hâllerde, Kanunda düzenlenmemiş olan diğer delillere de başvurulabilir.” diyerek vakıayı ispata yarayan nitelikte, yukarıda belirtilen üç özelliğe sahip bir araç olması şartıyla; kanunda düzenlenmeyen delillerin de taraflarca ileri sürülebileceği belirtilmiştir. Ancak bunun mümkün olabilmesi için de kanunun, vakıaların belli bir delille ispatı zorunluluğunu, taraflara getirmemiş olması gerekmektedir. Kanunların bir vakıayı, başkaca bir delille ispatını özel olarak aradığı sair durumlar[3] bir tarafa bırakılacak olursa; belli bir delille ispat zorunluluğu, takdiri delillerden ziyade kesin deliller açısından geçerlidir.

Adından da anlaşılacağı üzere takdiri delil, hâkimin takdir yetkisi çerçevesinde değerlendirilen bir delil türüyken; kesin delil ise taraflarca sunulduğunda hâkimin takdir yetkisini kullanmadan riayet etmek zorunda olduğu delil türüdür. Kesin delil sınırlı sayı ilkesine tâbidir ve HMK’da üç farklı kesin delil türü mevcuttur. Bunlar; senet, kesin hüküm ve yemindir.  Belirtilen kesin deliller, bir vakıaya yönelik olarak mevcutsa; bu noktada hâkimin, o vakıaya ilişkin takdir yetkisi tamamen ortadan kalkar. Hâkim söz konusu vakıayı, taraflarca ortaya konulduğu şekliyle kabul etmek zorundadır. Kesin delille ispat zorunluğunun en belirgin örneği HMK’nın “Senetle ispat zorunluluğu” başlığını taşıyan 200. maddesidir. Bu maddenin birinci fıkrasına göre; “Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.” Senet; kişinin kendi aleyhine oluşturduğu, nitelikli bir belgedir[4]. Yılmaz’a[5] göre senet; “Hukuki bir işlemi veya bir olayı belgelemek için yazılmış, resmi bir makam tarafından onaylanmış veya kendine karşı delil oluşturan kimse tarafından imza edilmiş yazı”dır. Yapılan senet tanımından hareketle; e-postanın senet olmadığı ortadadır. Daha önce de belirtildiği gibi; e-posta, takdiri delil türlerinden biri olan belge niteliğindedir.

Bu noktada; senetle ispat zorunluğunun olduğu hallerde, e-posta delilinin akıbetinin ne olacağını açıklamak gerekmektedir. HMK madde 200’ün uygulandığı durumlarda, e-postanın önemini yitirdiğini söylemek doğru değildir. Zira e-posta HMK madde 202/2’deki koşulları taşıyorsa delil başlangıcı niteliğinde sayılmaktadır. Bu hükme göre; “Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.” Görüldüğü üzere; eğer bir e-posta vakıa aleyhine olan tarafça, diğer tarafa yollanmışsa; bu e-posta, delil başlangıcı kabul edilebilir ve senet düzeyinde olmasa bile nitelikli bir belgedir. Fakat e-postanın sadece vakıa aleyhine olan tarafça diğer tarafa yollanmış olması onun delil başlangıcı olarak sayılabilmesi için yeterli değildir. Bununla birlikte e-postanın yazılı olması, mutlaka aleyhine kullanılmak istenen kişi tarafından meydana getirilmiş olması ve ispatı istenen vakıanın mevcut olduğuna işaret etmesi gerekmektedir[6]. Bu koşulların hepsini bir arada barındıran bir e-posta, delil başlangıcıdır. Böyle bir e-postanın mevcudiyeti halinde HMK m. 202/1’e göre; senetle ispat zorunluluğu bulunan hallerde tanık dinlenebilir.

Kesin delille ispat zorunluluğuna paralel olan bir başka hüküm ise “Senede karşı tanıkla ispat yasağı” başlığını taşıyan HMK m. 201’dir. Bu maddeye göre; “Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.” Dolayısıyla; senede karşı ileri sürülüp o senedi hükümden düşürmeye veya etkisini azaltmaya yönelik hukuki işlem iddiaları da tanık yerine senetle ispatlanmalıdır. Tanıkla ispat yasağı olan durumlarda da e-postanın delil başlangıcı niteliğine sahip olması, bu yasağı ortadan kaldırmaktadır. Yukarıda belirtilen koşulların sağlanması sonucu söz konusu e-posta için delil başlangıcı olduğunu söylemek mümkünse, yine HMK m. 202/1’e dayanarak iddia edilen vakıanın ispatı için tanığa başvurulabilmektedir.

Görüldüğü üzere; HMK m. 200 ve 201’de senetle ispat kuralları düzenlenerek kesin delille ispat zorunluluğu getirilmiştir. Fakat m. 202’deki delil başlangıcı hükmü sayesinde ise belli şartların mevcudiyeti halinde; takdiri delillerin delil başlangıcı niteliğine sahip olduğu kabul edilerek, senetle ispat kuralının diğer anlamı olan tanıkla ispat yasağı ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bu noktada e-postanın kesin delille ispat zorunluluğu olmayan hallerde takdiri bir delil olduğu ve hâkimin takdir yetkisine dayanarak karar vereceği açıktır. Buna karşılık e-postanın, delil değerinin önem arz ettiği nokta ise daha çok kesin delille ispat zorunluluğunun olduğu durumdur. Yukarıda da belirtildiği gibi, bu durumda e-posta delil niteliğini haiz değildir. Zira hâkim burada kesin delile riayet etmek zorundadır. E-posta, belli şartları bünyesinde bulundurduğu takdirde ise delil başlangıcı niteliğini taşır ve kesin delille ispat yasağını bertaraf ederek mahkemede kesin delil yerine, takdiri delil türlerinden biri olan tanığın dinletilmesini sağlamaktadır.

 

DİPNOTLAR:

[1] Atalay Oğuz; Delil Kavramı Üzerine, Haluk Konuralp Anısına Armağan, Cilt I, Ankara 2009, s. 130.

[2] Söz konusu Yönetmelik için bkz. 25365 sayılı Resmi Gazete.

[3] Örneğin; Türk Medeni Kanunu’nun 165. maddesine göre; “Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hâle gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir.” Bu noktada; her ne kadar bilirkişi raporu takdiri bir delil niteliğinde de olsa, söz konusu kanun maddesiyle bilirkişiye başvurulması, dava açmak için adeta bir ön koşul haline getirilmiştir.

[4] Göksu Mustafa; Hukuk Yargılamasında Elektronik Delil, 1. Bası, Ankara 2011, (naklen) s. 115 dip. 348’deki yazarlar.

[5] Yılmaz; Ejder; Hukuk Sözlüğü, 6. Bası, Ankara 2001, s. 769.

[6] Göksu; s. 125.

 

Blog Yazısıyla İlgili Okuyucu Soruları

Selamlar. İnternet sitenizi çok beğendim, çalışmalarınızın devamını dilerim. “Hukuk Davasında E-Posta İletisinin Delil Değeri” isimli makale yazarı hukukçu arkadaşıma şunu sormak isterim: e-postayı dava dosyasına sunan taraf haberleşmenin gizliliğini ihlal etmiş olmaz mı? Açmak gerekirse; taraflar arasındaki telefon görüşmesinin izinsiz kayıt altına alınıp mahkemeye sunulmasını suç sayan bir uygulama karşısında e-postanın rahatlıkla sunulabilir denilmesi tutarlı mıdır?

Merhaba Sayın Okuyucu, Öncelikle sitemize ve hazırlamış olduğum blog yazısına gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür ederim. Şunu belirtmeliyim ki yapmış olduğum çalışmanın konusunu e-posta iletisinin HMK m. 199 vd. anlamında delil değeri ve senetle ispat kuralı bağlamındaki işlev ioluşturmaktadır. Buna karşılık, e-posta iletisinin hangi koşullar altında mahkemeye delil olarak sunulabileceği ve bunun haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunu teşkil edip etmeyeceği ayrı konulardır. Bunlardan birincisi HMK.m.189/2 anlamında “hukuka aykırı yollarla elde edilen deliller”, ikincisi ise bunun TCK anlamında bir suç teşkil edip etmeyeceği sorunu ile ilgilidir. Keza, konu, hem savunma hakkının kapsamı ve hem de kişilik hakkının ihlali bağlamında da ayrıca değerlendirilebilir. Bütün bu yönler ayrı ve derinlemesine bir çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu çalışmada ise özetle, HMK anlamında “caiz delil” (m. 189/4) olarak kabul edilebilecek ve bunun için de “hukuka uygun yollarla elde edilmiş olmak” (m. 189/2) koşulunu karşılayan bir e-posta iletisinin her halükârda takdiri delil ve duruma göre HMK.m.200 ve 201 hükümleri kapsamındaki “senetle ispat mecburiyeti”ni aşma imkânı sunan bir “delil başlangıcı” (HMK.m.202) olarak nitelendirilebileceği açıklanmaya çalışılmıştır.